Doğal Direnç

(Yapısal direnç, Kalıtsal direnç, Nonspesifik  direnç, Doğal Bağışıklık)

Canlıların yapısal (anatomik, fizyolojik, fiziksel, kimyasal, vs) ve kalıtsal karakterleri ile ilişkili olarak, dışardan giren patojenik, apatojenik etkenlere ve diğer substanslara yönelik olarak genel savunma mekanizması yardımı ile karşı koyması ve kendini koruması doğal direnç (doğal bağışıklık) kapsamı içinde bulunmaktadır. Genetik olarak kontrol edilen ve kalıtımla nesillere aktarılabilen bu tür direnci, ayrıca, destekleyen ve yardımcı olan bir çok sekonder faktörler de vardır. Doğal dirençte etkinliği olan başlıca faktörler aşağıda gösterilmiştir.

Genetik Faktörler

Doğal direnci oluşturan faktörlerin başında genetik nitelikte olanları bulunmaktadır. Yavrulara kalıtsal olarak aktarılan bu karakter türler, ırklar ve bireyler arasında bazı değişiklikler göstermektedir.

1) Türlere ait direnç: İnsanlarda rastlanılan kızıl, kızamık, boğmaca, kolera, kabakulak, tifo, gibi bir kısım hastalığa ait bakteriyel ve viral etkenler hayvanlarda hastalık oluşturmazlar. Kanatlıların bir çok viral hastalığı da (AE, LL, Marek, IB, ILT, EDS, gibi) insan ve diğer memeli hayvanlarda bozukluklar meydana getirmezler.

Hayvan türleri arasında da türlere özgü hastalıklar vardır. Şöyle ki, At vebası hastalığı tek tırnaklılarda, sığır vebası hastalığı da çift tırnaklılarda görülür.

2) Irklara (soy) ait direnç: Aynı tür içinde bazı ırklar (soylar), türün, genelde duyarlı bulunduğu infeksiyonlara, değişik derecede hassasiyet gösterirler. Örn, koyunlar, genel olarak, B. anthracis ’e duyarlıdırlar. Ancak, Cezayir koyunları, bu infeksiyona daha fazla doğal bir direnç gösterir ve hastalığı almazlar. Merinos koyunları, Piroplasmosis ve deri hastalıklarına daha fazla yakalanırlar. İnsanlar arasında, Negrolar Tüberkulozis ve mantar hastalıklarına, Anglosaksonlar solunum sistemi infeksiyonlarına daha duyarlıdırlar.

Tavuk yumurta lizozimi, strain B10 farelerinde supresyon oluşturmasına karşın, B10 A ırklarında ise antikor sentezini uyarmaktadır. Poli-L-lizin, strain 2 kobaylarda hücresel bir yanıt meydana getirmesine karşın, strain 13’lerde hiç bir immunolojik cevap oluşturmamaktadır. Leghorn ırkı yumurtacı tavuklar, S. gallinarum infeksiyonlarına dirençli oldukları halde, Newhampshireler ise çok duyarlıdırlar.

3) Bireylere ait direnç: Bireyler arasında da hastalıklara yakalanma yönünden bazı farklar vardır. Ancak, bu durum genetik faktörler kadar, diğer nedenlerin etkisi (şahısların konstitüsyonel özellikleri yanı sıra, kondisyonel durumları, beslenme, kendini koruma ve diğer faktörler) altında da oluşmaktadır. İnsanlar arasında bir hastalığa (Örn, Grip), erken veya geç yakalananlar, hiç hastalanmayanlar, çok hafif veya çok şiddetli geçirenler bulunmaktadır. Hayvanlar için de benzer durumlar vardır.

4)Hücrelere ait direnç: Canlılar arasında türlere ve ırklara ait dirençte, hücrelerin yüzeyindeki özel reseptörlerin rolleri fazladır. Eğer, hastalık, ajanları, hücrelere kendinin bağlanmasına yardımcı olan reseptörleri bulamazsa tutunamaz, kolonize olamaz ve üreyemezler. Bunun sonunda da hastalık oluşturamazlar. Bir vücutta bazı doku ve organlar, mikroorganizmalarını yerleşmesine çok daha fazla duyarlı olabilmektedir.

Fizyolojik Faktörler

Doğal direnci destekleyen yan faktörler arasında bazı fizyolojik özellikler de bulunmaktadır. Bunlar da,

1) Vücut ısısı: Normal koşullarda, ısısı yüksek (41-42°C) olan kanatlıların hastalıkları (bakteriyel veya viral), ısısı 37-38°C arası olan memelilerde görülmemektedir. Bunun tersi de mümkündür. Ancak, kanatlılar normal koşullarda B. anthracis ’ten ileri gelen infeksiyonlara yakalanmamalarına karşın, bu hayvanların tüyleri yolunduktan sonra belli bir süre 37°C de tutulurlarsa deneysel olarak infekte olabilirler. Soğuk kanlılardan olan balıkların ve diğer hayvanların hastalıkları da, sıcak kanlılara bulaşmamaktadır.

2) Yaş durumu: Yeni doğanlar ile çok yaşlılar, immun sistem fonksiyonlarının yeterince aktif olmamaları ve hücresel aktivite noksanlığı nedenleriyle, gençlere veya erginlere oranla, bir çok infeksiyonlara daha duyarlıdırlar. Ancak, maternal antikorlar yeni doğanlarda önemli koruyucu etkiye sahiptir. Bazı hastalıklar da gençler arasında, erginlerden daha fazladır.

3) Hormonlar: Hormonları normal çalışan bireyler, hastalıklara daha dirençli olmasına karşın, hormonal bozukluk hallerinde vücut duyarlı hale gelmektedir. Ayrıca, hormon tedavileri de, doz ve süre iyi ayarlanmazsa, vücut direncinde azalmalara yol açmaktadırlar.

4) Beslenme: Yeni doğanlar için çok gerekli olan kolostrum ve spesifik antikorlar yanı sıra vitamin, karbonhidrat, yağ, protein, mineraller ve bazı sitokinler (TNF-a, TGF-b, IL-1b, vs) yönünden oldukça zengindir. Bu nedenle, neonatallar için çok gerekli bir besini oluşturur ve hayatın ilk günlerinde çeşitli bakteriyel, viral ve mantar infeksiyonlarına karşı koruma sağladığı gibi direnci de arttırır. Dengeli beslenmenin çeşitli infeksiyonlara karşı korumada çok önemli rolü vardır. Yetersiz gıda ve iyi beslenememe vücudun direncini zayıflattığı gibi antikor yapımına da olumsuz yönde etkiler.

5) Diğer fizyolojik faktörler: Öksürük, tıksırık, barsak peristaltiği, urinasyon, defekasyon, burun akıntısı, deskuamasyon, solunum sistemindeki siliar aktivite vs. gibi fizyolojik olgular mikroorganizmaların dışarı atılmasında önemli rollere sahiptirler.

Primer Savunma Mekanizması

Bir çok önemli ve nonspesifik komponentin işbirliği ile gerçekleştirilen bu savunma sisteminin, dışardan girebilecek her türlü hastalık yapıcı ajanlara karşı vücudu korumada önemli rolü vardır. Konakçı duyarlı, çevresel koşullar uygun ve mikroorganizmalar da virulent olsalar bile, yine bu sistem bütün elementleri ile direnç göstererek etkenlerin girmesine, kolonize olmasına ve yayılmasına mani olmaya çalışır. Primer savunma mekanizması, genelde, vücut yüzeyinde ve mukoz membranlarda aktivite gösterdiğinden, buna aynı zamanda tam karşılığı olmasa bile, dış savunma sistemi de denilmektedir. Bu savunmada rolleri olan başlıca faktörler aşağıda bildirilmiştir.

1) Tüyler: Hayvanların derisi üzerinde bulunan yapağı, tüy, yün veya kıl örtüsü bir çok tehlikeli mikroorganizmanın vücuda girmesine mani olduğu gibi, derinin yaralanmasına ve bütünlüğünün bozulmasına da karşı koymaktadır. Bu örtü, ayrıca, deri ve vücudu, aşırı soğuk ve sıcaktan, mekanik, fiziksel, kimyasal diğer faktörlerin zararlı etkisinde de korumaktadır.

2) Deri: Sağlam derinin epitel örtüsü mikroorganizmaların girişini önleyen önemli ve iyi bir bariyerdir. Bu epitel katmanının yaralanmaması ve bütünlüğünün bozulmaması gereklidir. Birçok patojenik mikroorganizma sağlam deriden geçememektedir. Ancak, bazıları (leptospiralar, brucellalar, vs) su ile yumuşamış sağlam deriden girerek infeksiyon meydana getirebilmektedir. Deride oluşan her türlü mikroskobik veya makroskobik lezyonlar mikroplar için uygun birer porantredirler. Fakat, her mikroorganizmanın infeksiyon oluşturabilmesi için virulensi yanı sıra, vücuda uygun bir yoldan ve yeterli miktarda da girmesi gerekmektedir. Örn, Mycobacterium tuberculosis ve B. anthracis insanlara deriden girerse, burada lokalize olabilir ve generalizasyon meydana gelmeyebilir. Stafilokok ve streptokoklar için de benzer durum söz konusudur.

Deride bulunan ter ve yağ bezlerinin salgıları, bir çok patojenik mikroorganizmanın deride lokalize olmasına ve deriden içeri girmesine mani olurlar. Bu salgılar, mikroorganizmalar üzerine inhibitör veya öldürücü etkiye sahiptirler.Yağ bezi salgısının içinde bulunan doymamış uzun zincirli yağ asitleri (oleik asit gibi) hem deri yüzey pH’sını (3.5-5.5) düşürür ve hem de mikroplar üzerine antibakteriyel bir etki yapar. Sebumda bulunan kaproik ve kaprilik asitler bakterisidal bir etkiye sahiptirler. Terdeki laktik asit ve lizozim de benzer tarzda etkide bulunurlar. Terin içinde bulunan tuz konsantrasyonu da yüzeyde yüksek bir ozmotik basınç meydana getirir.

Deri üzerindeki yerleşik mikrofloranın antagonist etkisi birçok patojenik etkenin kolonize olmasını önler. Deride komensal olarak bulunan C. acnea ’nin, özellikle S. aureus ve S. pyogenes gibi mikroorganizmalar üzerine bakteriostatik etkisi vardır.

Deskuamasyon da deri üzerinde yerleşik mikroorganizmanın bir kısmının atılmasında büyük bir etkinlik gösterir. Derinin yıkanması veya dezenfekte edilmesi, folliküllere ve yağ bezlerine kadar girmiş olan etkenleri tam olarak elimine edemez.

Derinin yukarıda belirtilen koruyucu etkinliği yanı sıra, immunolojik yönden de savunmaya katkısı olmaktadır. Özellikle, antijen işleyen ve sunan dendritik karakterdeki makrofajların (Langerhans hücreleri), T-hücrelerine (Th-lenfositleri) antijen sunmada ve salgıladıkları İL-1 ile de B- ve T- hücrelerini uyarmada önemli rolleri bulunmaktadır.

3) Mukoz membranlar ve salgıları: Sağlam mukozal yüzeyler, genellikle, bazı mikroorganizmalar için uygun giriş kapıları olarak düşünülmemektedir. Mikroorganizmaların içeri girmeleri için, önce mukus bariyerini geçmesi ve sonra da epitel hücrelere temas ederek onlara tutunması gerekmektedir. Eğer mukozal yüzeylerde, çeşitli nedenlerden ileri gelen porantreler varsa, mikropların girişi çok daha kolay olur. Vücutta bazı bölgelerdeki mukoz membranlar (ağız, yemek borusu, mide) çok katlı epitel hücrelerden oluştuğundan hastalık ajanlarına girişlerine karşı daha fazla direnç gösterirler. Solunum, sindirim ve ürogenital sistemlerin mukozaları üzerinde mukoid salgı daha fazla bulunmaktadır. Bunların koruyucu etkisi oldukça fazladır.

Mukoz membranların yüzeyini örten mukoid tabaka (Mukus, MA: 530000) ve bunun devamlı hareket halinde olması mikropların hücrelerle direk temasını zorlaştırır. Birbirlerine disülfid bağlarla birleşmiş bir glikoprotein yapısında olan mukus, ayrıca, siliar aktivite nedeniyle de bir hareket hali gösterir. Ancak, piluslara sahip olan etkenler ile hareketli patojenik mikroorganizmalar bu mukoid tabakayı bazı noktalardan kolayca geçerek epitel hücrelerine ulaşabilirler. Ayrıca, mukoid katmanın zayıf olduğu yerler de bulunduğundan, buralardan hareketli veya hareketsiz bir çok mikroorganizma epitel hücrelerine tutunabilirler. Bu salgı tabakasının içinde bulunan bazı antibakteriyel substanslar (lizozim, sİgA, enzimler, mikrobial flora, fibronektin, vs) birçok etkenin kolonize olmasını önleyecek bir karakter gösterir. Bu aktivitede sİgA’ların özel bir yeri ve önemi vardır. Bazı mikroorganizmalar (N. meningitidis, N. gonorrhoea, H. influenzae, S. pneumonia, vs) salgıladıkları bazı maddelerle (sİgA protease), özellikle, sİgAl’in yapısını bozarak etkisiz hale getirir. Bu enzim, immunglobulini Fab- ve Fc-porsiyonlarına ayırır. Bazı bakteriler de (Bacterioides asaccharolyticus, B. melaninogeniscus) sİgAl, sİgA2 ve İgG yi ayrıştıracak enzim sentezlerler.

Barsaklarda yerleşik bulunan anaerobik mikroorganizmalardan kaynaklanan yağ asitleri, bazı salmonella ve shigella türlerinin üremelerini inhibe ettiği belirtilmiştir. Glisin ve taurin bileşikleri halinde sentezlenen safra tuzlarının, barsakta anaerobik mikroorganizmalar tarafından kompleks safra kompozitlerine dönüştürülmesi, Bacteroides fragilis ve C. perfringens, laktobasil ve enterobakterilerin üzerine inhibitör etkisi bulunmaktadır.

4) Mikrofloranın etkinliği: Vücutta mukozal yüzeylerden (solunum sistemi, sindirim sistemi, ürogenital sistemlerin mukozaları ve göz konjunktivası yerleşik olarak bulunan ve bu yüzeylere daimi mikroflorasını oluşturan çeşitli tür ve sayıda mikroorganizmalar bulunmaktadır. Bunlar birbirleriyle kompetasyon (rekabet) halinde yaşayarak bir denge kurmuşlardır. Bu duyarlı denge, mikroorganizmaların salgıladıkları çeşitli türden antimikrobial substanslarla (bakteriyolisinler, lizozim, diğer enzimler, sIgA'lar, yağ asitleri, safra tuzları, vs) birbirlerinin üremelerinin belli limitler içinde kalmasını sağlarlar. Ayrıca dışardan gelen patojenik ve apatojenik etkenlerin de yerleşmesine mani olurlar. Bu dengenin bozulduğu durumlarda bazıları üreyerek konakçısını hastalandırabilirler. Bu nedenlerle, mikroorganizmalar arasında birkaç seleksiyonlar sonunda uzun zaman süreci içinde oluşan bu mikrobial ekolojik denge sisteminin korunmasının önemi çok fazladır.

Sekonder Savunma Mekanizması

 

Primer nonspesifik savunma hattını geçerek vücut içine giren mikroorganizmalar bu defa, yine nonspesifik ağırlıkta olmakla beraber az çok spesifik bir karakter de taşıyan, lokal ve genel etkinliği olan diğer bir savunma mekanizması tarafından durdurulmaya ve elimine edilmeye çalışılır. Bu ikinci hatta, humoral ve hücresel komponentlerin fonksiyonu daha belirgindir.

1) Humoral faktörler: Kanda, dokularda, mukoid salgılar ve vücut sıvılarında bulunan, nonspesifik karakterde, immunglobulin veya antikor aktivitesinde olmayan, bazı antimikrobial sıvısal faktörler bulunmaktadır. Bunlar vücutta spesifik yanıt meydana gelinceye kadar mikroplara karşı koymada, üremelerini inhibe etmede ve dışarıya atmada rolleri bulunmaktadır. Bunlarda başlıca:

Lizozim: İdrar ve serebrospinal sıvı hariç olmak üzere, mukozal yüzeylerde, sıvı ve sekretlerde bulunan ve glikoprotein yapısında olan lizozim, mikroorganizmalarda bulunan peptidoglikan tabakasını ayrıştırarak etkenleri tahrip eder. Lizozim, mukozal yüzeylerde, süt, ter, göz yaşı, sekret ve ekskretlerde değişik oranda bulunur.

Properdin: Yüksek moleküllü bir serum proteini olan properdin, Magnesium (Mg++) iyonları ve komplement komponentlerinin (özellikle, C3b, C4) bulunduğu ortamlarda mikroorganizmalar üzerine inhibe ve öldürücü etkiye sahiptir. Properdin maya hücre duvarı ekstraktlarından elde edilen, zimosan tarafından inaktive edilir.

İnterferon: Viral, bakteriyel, mantar ve bazı paraziter infeksiyonlarda (ancak antikor sentezinden önce), kısa bir süre içinde (2-8 saat) sentezlenerek mikroorganizmaların üremelerini inhibe eden substanslar, genellikle, interferon olarak adlandırılmaktadırlar. İnterferonların etkisi indirekt olup aktif ve inaktif ajanlara karşı oluşabilirler. Nonspesifik etkinliğe sahip olan bu madde, mikroorganizmalardan ziyade hücrelere karşı özgüllüğü vardır. Başlıca 3 tür interferon tanımlanmıştır (alfa, beta ve gama). Bunlardan ilk ikisinin viruslara karşı etkinliğinin fazla olmasına karşın, gama-interferon Th-hücreleri tarafından sentezlenir ve bu mediatör, B-hücrelerini, makrofajları, T-hücrelerini ve diğer bazı hücreleri (CTL, NKC, LAKC) uyarmada ve aktivitelerini regule etmede etkinlik gösterir.

Defensinler: Defensinler insanlar, hayvanlar (böceklerde dahil) ve bitkiler tarafından sentezlenen antibakteriyel, antiviral, antimikotik ve aynı zamanda sitotoksik aktiviteye sahip küçük molekül ağırlığında (4-5 kDa, 29-35 amino asit) katyonik peptidlerdir. Yapılarında, çok iyi korunan 6 sistein ve 3 disülfid bağı bulunur. İnsan ve memeli hayvanların nötrofillerindeki azurofilik granüllerde çok fazla depolanan bu geniş spektrumlu antimikrobial substanslar barsak paneth hücreleri, trombosit, mast hücreleri, karaciğer hücreleri ve diğer doku hücrelerince de sentez edilebildikleri belirtilmiştir. Antimikrobial peptidler çeşitli isimlerle de tanımlanmaktadırlar. Örn, defensin, katelesidin, baktenesin, protegrin, B/Pİ, PLA 2, vs. gibi.

Defensinlerin lipidlere karşı özel bir afinitesi vardır. Gram pozitif ve negatif bakterilere, mayalara ve zarflı viruslara karşı antimikrobial etkileri bulunmaktadır. Gram negatiflerin iç ve dış membranlarında, Gram pozitiflerin de hücre duvarında kanallar (porlar) açarak mikroorganizmaların permeabilitesini bozarlar ve ölümlerine yol açarlar.

Doğal antikorlar: Sağlıklı bireylerin kanında, etkinlikleri oldukça zayıf, bir çok mikroorganizma ile reaksiyon verebilecek nonspesifik bir özellik gösteren, doğal antikorlara rastlanmıştır. Bu antikorların orijinleri tam olarak aydınlatılmış olmamasına karşın, bunların, prenatal dönemde annelerinden (insan, maymun, köpek, tavşan, vs) veya kolostrumla (sığır, koyun, at, domuz, keçi, vs) gelme olasılığı üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, latent infeksiyonların veya ortak antijenik determinantların da bunlara yol açabileceği, bazılarının da gıda ve su ile alınan antijenik substanslara karşı oluşabileceği belirtilmiştir.

Komplement: Komplementin klasik ve alternatif yoldan aktivasyonu sonu oluşan C3b opsonizasyonda, C5a polimorfları hedef bölgeye çekmede (kemotaktik), C3a mast ve bazofilik hücreleri uyarmada, C3a ve C5a (anaflatoksin) de düz kaslar için spazmojenik olarak etkiye sahiptirler. Komplement komponentlerinin bakteri veya hücreler üzerinde toplanmaları ve C5'den ® C9'a kadar aktivasyonu bu hücrelerin lizisine yol açar.

Komplementin aktivasyonunda trombin ve plasminlerin de etkinlikleri bulunmaktadır.

2) Hücresel faktörler: Vücutta önemli fonksiyona sahip olan hücrelerin bir kısmı kanda bulunmasına karşın bir bölümü de genişleyen endotellerin aralarından geçerek veya hedef bölgeye yakın olan dokulardan çekilerek gelirler. Bu hücreler içinde, monositler, granulositler, mast hücreleri, alyuvarlar, lenfositler, NKC, LAKC, makrofajlar ve diğerleri bulunur. Ancak, yangısal reaksiyonlarda daha ziyade granulositler, monosit, makrofaj, trombositlerin etkinlikleri fazladır. Mikroorganizmalarla daha fazla savaşan nötrofillerin ölmesi sonu irin birikimi artar. Kronik yangısal reaksiyonlarda bölgeye önce nötrofiller ve sonra da makrofajlar gelirler. Makrofajlar da, fagositoz yanı sıra mikroorganizmaların, hücre artıklarının, diğer partiküllerin ve sıvısal materyallerin temizlenmesinde ve uyarılmış olanları da sitokin sentezinde etkin rol oynarlar. Önceden uyarılmamış fagositik hücrelerin antibakteriyel aktivitesi, genellikle, zayıftır. Hatta bunlar patojenler tarafından infekte edilebilirler. Fagositozisin vücudun hücresel savunmasında rolü çok fazladır.

3) Yangısal reaksiyonlar: Canlı dokularda çeşitli faktörlerin (biyolojik, fiziksel, kimyasal, mekanik, vs.) etkisi ile oluşan bir zedelenmeye karşı vücudun gösterdiği reaksiyonların tümü yangısal olguyu meydana getirmektedir. Yangı, patolojik olmaktan ziyade fizyolojiktir ve vücudu korumaya, zararlı maddeyi lokalize etmeye ve eliminasyonuna yöneliktir. Yangısal olgular, çok farklı nedenlerden meydana geldiği için oluşan reaksiyonun karakteri ve derecesi de az çok değişik olmaktadır. Bu kısımda sadece, mikroorganizmalardan ileri gelen yangısal olguların hakkında immunolojik yönlerinden ağırlıklı olarak bahsedilecektir.

Hastalık yapıcı mikroorganizmalar deriden,   mukozal yüzeylerden veya diğer giriş kapılarından içeri girdikten sonra, uygun bir ortam bulduklarında burada, genetik karakterlerine, konakçının direncine ve diğer faktörlerin durumuna göre yavaş veya hızlı olarak üremeye başlarlar. Bu çoğalma sırasında salgıladıkları birçok enzimler (proteinase, collagenase, hyaluronidase, jelatinase, lipase, vs.), toksinler, toksik substanslar, değer metabolitler ile mikroorganizmaların otoliz ürünleri hem yerleşme alanını genişletirler ve hem de dokularda çeşitli derecede zedelenmelere yol açarak bir yangısal odak oluştururlar. Bu zararlı fonksiyonlarını devam ettiren mikroplar aynı zamanda, bulundukları bölgede, lenfoid, myeloid ve diğer hücrelerle de direk veya indirekt olarak temasa geçerler ve bunları da uyarırlar.

Mikroorganizmalardan ileri gelen yangısal reaksiyonlar yandaki şekilde gösterilmektedir.

Hedef bölgede bulunan çeşitli hücrelerin uyarılması ve aktivasyonu sonu meydana gelen vazoaktif maddeler (leukotrien, histamin, prostaglandin, çeşitli sitokinler, anaflatoksin, kinin, bradikinin, vs.) damarlarda genişlemelere, damar permeabilitesinin artmasına ve bunun sonucu olarak da damarlardan hücresel ve sıvısal komponentlerin dışarı çıkmasına yol açarlar (diapedezis). Bu olguyu izleyen zamanlarda ve giderek artan, yangısal odakta bulunan mikroorganizmalardan kaynaklanan bazı substanslar (N-formyl methionyl peptidler ve diğerleri), koagulasyon, fibrinolizis ve lenfosit ürünleri, araşidonik asit metabolitleri (leukotrien B4, 5-HETE,12-HETE, 8-15-HETE; vs), komplementin aktivasyon komponentleri (C5a), uyarılmış hücrelerden kaynaklanan platelet aktivasyon faktörü (PAF), diğer hücresel ve humoral kökenli substanslar fagositik hücreler için, kemotaktik özelliğe sahip olup bu hücrelerin yangısal bölgeye gelmesini kolaylaştırırken bazı substanslar da (CSF, GM-CSF, İFNg, C3a, C5a, LPS, İL-1, İL-2, vs.)  lenfoid, myeloid ve diğer sistemlere ait hücrelerin aktivasyonunu sağlarlar.

Yangısal reaksiyonun ilk başlangıcında bu aktiviteler (vazodilatasyon, vaskular permeabilite, hücrelerin aktivasyonu) çok zayıf olmasına karşın sonraları oldukça artar ve etkinlik kazanırlar.

Vazoaktif maddelerin damarlara ulaşması hedef bölgedeki kılcal damarlarda genişlemeler yaparak endotel hücreler arasında aralıklar meydana getirir. Damar içinde kanın akışı özellikle endotel hücrelerine yakın olan yerlerde yavaşlamaya başlar. Bu duruma lökositlerin yüzeyinde bulunan adhesif moleküllerin (integrin: LFA-1, CR3, CD11 c, CDl8, FnR, vs.) endotellerin yüzeyindeki integrinlerle (ICAM-1, -2, C3bi, ELAM-1, TNF, vs.) bağlanması lökositlerin akışını yavaşlatır ve endotel hücrelerinde bulunan aralıklardan kolayca dışarı çıkarlar. Damarlardan dışarı, polimorf hücrelerin yanı sıra, monositler, lenfositler, NKC, LAKC, trombositler, alyuvarlar da, çıkarlar. Damarlardan gelen monositlerin, ortamda bulunan substansların (İL-2, İFN-g, MAF, GM-CSF, C3b, vs.) artmasını, civardan kemotaktik maddelerin yardımı ile çekilen makrofajların aktivasyonu ve üremeleri, takip eder. Makrofajlar ve PNL bir yandan mikroorganizmalarla savaşırken, makrofajlar ayrıca zedelenmiş hücre parçacıklarını da fagosite ederek yangısal bölgeden uzaklaştırırlar. Ayrıca, sitokin sentezleri de artar.

Damarlardan dışarı çıkan B- ve T- hücreleri ile hedef bölgedeki makrofajlar, mikroorganizmaların ve bunlara ait bazı substansların etkisiyle uyarılırlar. B-hücrelerinin, mikroorganizmalarla direk teması ve uyarılmış makrofajların salgıladıkları İL-1 ve T-hücrelerinin (T4, Th) sentezledikleri lenfokinlerle (İL-2, -3, BCGF, BCDF, TNF-B, İFN-g vs)indirekt olarak uyarılmaları, B-lenfositlerinde bir aktivasyon yaparak bazılarının plazma hücreleri (plasmasit) haline dönüşmesine ve spesifik antikor (İgM, İgG, İgA, İgD, İgE) sentezine yol açar. Trombositler de koagulasyon aktivitesi ile damarda pıhtılaşma sağlayarak kanamayı önler. Oluşan fibrin, hem mikropları ve hem de fagositik hücreleri yangısal ortamda bir arada tutarak hücrelerin etkinliklerini artırırlar. Makrofajların ve polimorfların içlerinde bulunan birçok enzimlerin dışarı çıkması, dokulara ve orada bulunan diğer hücrelere de (mast, bazofil, vs.) etki eder.

Damarlardan hücresel komponentler yanı sıra sıvısal maddeler de (komplement, doğal antikorlar, sitokinler, mediatörler, elektrolit, vs.) dışarı çıkar ve ortama yayılırlar. Komplementin, antijen-antikor kompleksleri yardımıyla (klasik yoldan) aktive olması mikropların lizisine yol açar. Mikrop ürünleri ve sİgA’lar da komplementin alternatif yoldan aktive olmasına ve mikropların lizisine neden olurlar. Komplementin C1qr, C1qs fraksiyonunun ardışık ayrışması sonu meydana gelen C3b komponenti mikroorganizmaların opsonizasyonunda rol oynar. Spesifik antikorların (İgG, İgM) mikroplarla bağlanması da aynı tarzda opsonizasyonuna ve kolayca fagositozisine neden olur. Komplementin C5a fragmenti ve C3a, C5a da (anaflatoksin) vasküler permeabiliteyi artırır ve mast ve bazofillerin de degranulasyona yol açar.

Mast ve bazofil hücrelerin granüllerinin dışarı çıkarılması (degranülasyon) ve parçalanması histamin, serotonin, kinin, vs. vazoaktif maddelerin serbest kalmasına ve vücudu etkilemesine yol açar. Bu duruma, İg E’ler de neden olurlar.

Oluşan antijen-antikor kompleksinin komplementle bağlanarak damarlarda birikmesi, endotellerin zedelenmesine ve kanamalarına sebep olur. Bu olgu da, hedef bölgeye tekrar sıvısal ve hücresel komponentlerin gelmesini sağlar.

Akut ve yangısal reaksiyonlar yandaki şekilde gösterilmektedir.

Damar endotellerinin sentezledikleri birçok substansların da (PAF, İL-1, PGl2, LTB4, 11-HETE, kollagen tip-3, PGF, Fn, plasmagen, vs.) hücresel aktiviteyi artırıcı ve aynı zamanda kemotaktik etkisi bulunmaktadır.

Vücutta mikroplardan ileri gelen yangısal reaksiyonlar seyir bakımından başlıca iki karakter taşımaktadır. Bunların biri akut yangısal reaksiyonlar ve diğeri de kronik yangısal reaksiyonlar dır. Her ikisinde de değişik derecede olmak üzere aşağıda belirtilen mekanizmaların önemli etkinliği bulunmaktadır.

a) Humoral faktörler: Akut yangısal olgularda vasküler değişmeler sonu vasodilatasyon meydana gelir, yangısal bölgeye kan akışı hızlanır ve sonraları giderek yavaşlar. Genişleyen damar endotelleri arasında humoral ve hücresel komponentleri taşıyan plasma dışarı sızarak hedef bölgeye gelir. Yangısal bölgede başlıca 4 tür sıvısal sistem etkinlik gösterir.

Koagulasyon sistemi: Bu sistem, kanın pıhtılaşma mekanizmasını kapsamaktadır. Pıhtılaşmada rolü olan fibrin oluşumu, reaksiyon bölgesinde bir ağ meydana getirerek bölgeye gelen hücreler dahil mikroorganizmaların da etrafa yayılmasını önler ve mikropların fagositik hücrelerle daha yakın temasını ve fagositozisini sağlar.

Fibrinolitik sistem: Koagulasyon sistemi içinde Hageman faktörünün aktivasyonu, aynı zamanda, bir seri reaksiyon halinde gelişen fibrinolitik sistemin de uyarılmasına yol açar. Bu durum da plasminin oluşumuna ve fibrinin parçalanmasına neden olur. Bu parçalanma sonunda meydana gelen bazı peptidler lökositler için kemotaktik bir faktör etkinliğine sahiptirler.

Kinin sistemi: Yangısal bölgede aktivasyonlar sonu oluşan kallikrein plazmada bulunan alfa-globulinden kininin ayrışmasına sebep olur. Çok kuvvetli vasodilatatör olan kinin ayrıca ağrının oluşmasında ve prostaglandinlerin teşekkülünde de rol oynar. Kallikrein, in vitro olarak nötrofiller için kemotaktik faktör etkisine sahiptir.

Komplement sistemi: Komplementin klasik ve alternatif yoldan aktivasyonu mikroorganizmaların lizisine yol açar.

b) Hücresel faktörler: Hücresel aktivite, birincil nonspesifik olguyu takiben veya onun bir devamı olarak meydana gelir. Bunda, B- ve T- hücrelerinin aktive olması, mikroorganizmalara karşı daha spesifik bir karşı koymayı sağlar. Makrofajların uyarılması hem fagositozisin aktivasyonunu ve hem de   antijen işleyerek bunları Th- hücrelerine sunması, Th hücrelerin lenfokin (İL-2, İFN gama, BCGF, BCDF, İL-3, MİF, MAF, vs.) salgılamasını artırdığı gibi B- hücreleri de uyarılarak mikroorganizmalara karşı spesifik antikorların sentezini sağlar. Makrofajlarca sentezlenen İL-1 de hem B ve hem de T-hücrelerinin stimulasyonunda önemli fonksiyona sahiptir. İL-2 ve İFN-gama aynı zamanda NKC ve LAC hücrelerinin yanı sıra makrofajların PNLN'lerin ve CTL’lerin de aktivasyonunda önemli rol oynar.

Akut ve kronik yangısal olgularda çok çeşitli etkinlikte mediatörler (kemotaktik, vasoaktif, düz kas kontraktör, enzimatik, vs.) meydana gelir.

Yangısal olgular bazı durumlarda arzu edilmeyen sonuçlara varan immunolojik reaksiyonların gelişmesine de yol açabilir. Bunların bir kısmı Hipersensitivite ve diğer bir bölümü de Otoimmun hastalıklara neden olurlar.